27 Şubat 2009 Cuma

Nil Karaibrahimgil Kendi Kıyılarında...



Müziğimizdeki "farklı" boşluğunu ilk albümü "Nil Dünyası" ile doldurmuştu Nil Karaibrahimgil. Aradan geçen zamanda "Nil Fm"den güzel bir yayın yaptı sevenlerine ve "Tek Taşımı Kendim Aldım" diye cevap verdi "girl power" başarısını soranlara. Müzik kariyerine yeni bir albümle devam ediyor Nil ve bu kez kendi kıyılarına nasıl indiğini anlatıyor dinleyicilerine... Aslında Nil müziği dışında hiç hoşlanmadığım bir figür. Bana "kendi halinde takılıyor" efekti veriyor ve bazen "belki hakikatten de özellikli bir konumu ciddiye almıyor" diyorum. Ama hırslı ve çalışkan bir kadın olduğunu da görünce karar vermem daha güçleşiyor. Çok kapalı, çok şımarık, çok halktan uzak dediğim birinin aynı zamanda her yeniliğe çok açık, aydınlanma peşinde ve halkın istediğini verebilen biri de olabilmesi bana tuhaf geliyor. Sanki hiç bir desteğe ihtiyacı yokmuş gibi ancak çok fazla desteklendiği insanlarla bir topluluk içinde yaşıyor; hayranlarıyla ilişkisini önemsemez gibi, tam tersine şimdilerde kişisel web-sitesinde özel hayat detaylarını insanlara açıyor... Belki de Nil müziğini yaparken bir yandan da gerçekten büyüyor; önce evcilikler oynuyor, ilk aşkına kek pişiriyor, sonra kırılıyor ve o tarafı belli olmasın diye duvara yaslıyor, ardından önceliği kendine vermesi gerektiğini düşünüp parmağına yüzüğünü bile kendisi takıyor... Ve artık müzikte olduğu yerde durup, biraz kendi içine dönmek istiyor...


Albüme gelince şahane bir kapak fotoğrafı ve tasarımı karşılıyor ilk önce bizi. Nihat Odabaşı'nın çektiği fotoğraflarla albüm, özel konseptin de katkısıyla ismine daha yakışır güzellikte olmuş gerçekten. "Nil Kıyısında"nın diğer albümlerden en büyük farkı bu kez düzenlemelerin Alper Erinç'e ait olması. Müzikal anlamda farklı bir tat var şarkılarda, öncekiler gibi birbirine çok benzemiyorlar mesela... Okumalarda bazı sorunlar var, hatta bazen detone mi değil mi diye kendinizle çeliştiğiniz yerler de var aralarda, ama yine müzik dünyamıza farklı bir nefes aldırdığı da gerçek. Gelelim şarkılara:






Çıkış parçası doğru seçim, "Seviyorum, Sevmiyorum" Nil'in ve Elif Ersoy'un geri vokalleriyle beslenerek daha güzel bir şarkı oluvermiş. "yok ki senin bir yedeğin" şarkı içinde güzel bir cümle ancak sözlerin tümü okunduğunda bir anlam bozukluğu var. "Çok Canım Acıyo" elektronik-oryantal müziğiyle ilginç olmuş, sözler eski Nil şarkılarını hatırlatan muziplikte ve eğlenceli gerçekten. "Yalnızlardanım" albümün slowlarından ve en güzel şarkılarından biri. Hatta belki Nil'in kariyerinin en güzel şarkılarından da diyebilirim. Geçen yaz ilk kez Rumeli Hisarı'nda gitarıyla okuduğunda şarkı hakkında ne düşündüysem, hala aynısını düşünüyorum. Çok sevdim... Diyor ki Nil: "aslında çok garip hiç kavuşmadık, tenize az değdim tam karışmadık, içim boş kaldı çok yandı canım, artık ne yapsam yalnızlardanım..." "Ne Garip Adam" adlı şarkı için ne diyeceğimi bilemedim. Sözler güzel tek başına, müzik de süper; ama bir arada azalıyorlar sanki... Mazhar Alanson destekli "İlla"ya gelince, albümün tek sevemediğim şarkısı. Melodisi gerçekten güzel ama sözler çok kötü ilk kez. Alanson vokalinin de hiç bir orijinalliği yok. Aralarında bir anısı varsa bu şarkının bilemem onun dışında albüme bir katkısı yok diye düşünüyorum. Normal seyirde başlayıp ska türüne uzanan, sonlarına doğru balkan şarkılarını andıran bestesiyle ilginç bir şarkı "Eminim Sevmediğine". Albümün güzel parçalarından, nakaratta kulağa kötü gelen bir okuma bozukluğuna rağmen hem de... "Duma Duma Dum" seksenlerin yabancı pop şarkıları gibi başlıyor, fena da değil ama adından ve şarkıda geçen bu tekerleme kelimelerden dolayı sevemedim. "Kırık" iyi parçalardan biri. Bir hikayeyi basit kelimelerle anlatırken de derin olabilmenin büyüsü var şarkıda. Bestesinden, vokallerine ve bitişine kadar tüm detaylarıyla güzel şarkı; albümün de en iyilerinden biri. Ama hem en eğlenceli, hem de en yüksek enerjili şarkı muhakkak ki "Aşkımız Her Zamanki Gibi Tehlikede". Absürd sözleri, dinamik bestesi ve nefis vokalleriyle dinleyenleri hemen yakalayacak bir parça, her dinleyişte yeni bir klip fikri vermesi de cabası... Nil'in "Simpsonlar" fanatikliğinden ortaya çıkmış, aynı zamanda albümün final şarkısı "Yalnız Kalpler De Atarlar" hafif arabesk melodisiyle dinleyene öncelikli olarak yakın gelecek parçalardan biri. Dizinin bir bölümünü izlerken yazmış bu şarkıyı Nil ve evlenme çağını geçmiş birinin hüzünlü hikayesini, esprili sözlerle anlatmış. Yine albümde sevdiklerimden...

Genel olarak albümün düzenlemeleri ve geri vokalleri bence en başarılı yanları. Sıralamada daha sonra besteler ve sonra da sözler geliyor diyebilirim. Nil'in şarkı sözlerinin albümlerindeki hakimiyeti bu kez geri planda. Peki bu kötü bir durum mu, asla değil. Besteci kimliğini de gösterebilmek için bir şans hatta. Bu konuda da başarılı olduğunu düşündüğümden, yine hayal kırıklığına uğratmadığı bir albümle müzik yolculuğuna kendi özel tavrıyla devam ediyor Nil Karaibrahimgil. Umarım bu şirin konseptinden sıkılıp da fazla deneysel işlere girmez. Çünkü yazıyı yazmadan önce güncellemeleri merak ettiğimden web-sitesine göz atığımda "Hoppala" adlı yeni bir şarkıyla karşılaştım. Siteye videosunu da eklemişler, ayrıca konser görüntülerinde de aynı şarkı var. O kadar kötüydü ki, fazla izleyip bu güzel albümün etkisini azaltmak istemedim... Nil'in kıyısında keyifle gezinirken, yeni şarkının yakınından geçmeyin diye söylüyorum...

23 Şubat 2009 Pazartesi

Oscar Töreni Sonrası İlk Yorumlar Ve Ödüllerde İngiliz Zaferi



Bu yıl ""Kırmızı Halı" geçişleri çok renkli ve şaşalı oldu denilemez. Ne çok özel kıyafetler, ne de çok şık mücevherler göremedik. Zaten törene katılacak yıldızlardan özellikle elmas takmamaları rica edilmişti. Hatta Amy Adams'ın halıda çok eleştirilere maruz kalan gerdanlığı da sanki ünlülerin bu ricayı kırmadığının en şatafatlı göstergesiydi. Virginia Madsen'in şık kırmızı kıyafeti gecenin ilk güzel görüntüsüydü ve ardından Natalie Portman, Sarah Jessica Parker, Queen Latifah, Anne Hathaway, Kate Winslet, Meryl Streep gibi diğer şık oyuncuların geçişlerini izledik. Teenage oyunculara sorulan "bu gece kimleri görmek sizi heyecanlandırıyor" sorusuna cevap ortaktı, Brad-Angelina çifti. Geri kalan herkesin cevabı da zaten aynıydı: Meryl Streep... Hatta en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü adayı Taraji P. Henson bu ödüle aday olmasının en güzel yanını şu cümleyle açıkladı: "Adaylığım sayesinde Meryl Streep artık benim kim olduğumu biliyor, bu inanılmaz..."







Geleneksel tören salonu Kodak Theatre'ın sahnesi bu sene gerçekten muhteşemdi. Birbirinin benzeri dekorlarla uzun yıllardır bir farklılığa imza atamayan bu sahne bu yıl göz kamaştırıcı bir şekilde tasarlanmıştı. Töreni sunmasına karar verilen ismin bu yıl Hugh Jackman olduğu açıklandığında pek sevinmemiştim ancak açılışta yaptığı harika şov, Billy Crystal sunumlarından bu yana yapılan en güzel ve eğlenceli şov oldu. Şarkı söyleyip aynı zamanda dans da eden hatta bir ara Anne Hathaway'i kucaklayıp sahnede şovuna dahil eden Hugh Jackman'ın kariyerinde en yetenekli oyunu buydu diyebilirim:) Zaten ilk kez bir açılış şovu ayakta alkışlandı.


Filmlerin oyuncu seçiminden, senaryo çalışmalarına ve sonrasına uzanan tüm aşamalarının canlandırıldığı orijinal sunum konsepti töreni bu yıl daha sanatsal kılmıştı. Ödül sıralamaları da konsepte bağlı olarak bu yıl değişikliğe uğramıştı. İlk verilen ödül en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülüydü ve kazananı açıklamak için aynı ödülü daha önce kazanmış beş ünlü oyuncu sahneye gelerek her bir aday hakkında yorumlarda bulundu. Whoopi Goldberg'in Amy Adams'ı takdim ederken, "Sister Act" serisinde oynadığı role atfen"rahibe olmak kolay bir iş değildir" esprisi herkesi eğlendirdi. Kazanan beklenildiği gibi Penelope Cruz oldu. Steve Martin ve Tina Fey'in birlikte sundukları senaryo ödüllerinde, en iyi senaryo ödülü hak ettiği gibi "Milk" adlı filme gitti. Dustin Lance Black'in kazandığı açıklandığında Sean Penn'in yüz ifadesi görülmeye değerdi, ağlamamak için kendini sıkarak alkışına devam etti. Uyarlama senaryo ödülünü de büyük çekişme sonrasında Slumdog Millionarie kazandı. Geçen sene izlediğim en iyi filmlerden biri olan Wall-E'nin en iyi animasyon ödülü alması törenin bir diğer beklenen ödülüydü.










Jack Black ve Jennifer Aniston umarım beraber bir filmde oynamazlar, çünkü birlikte sunum yaptıkları anlarda daha önce bu kadar kötü bir ikili daha izlemediğime karar verdim. Sıra en iyi sanat yönetimi ödülüne geldiğinde Benjamin Button'ın ilk ödülü de gelmiş oldu. Yine bir favorinin kazandığı bir diğer ödül "The Duchess" adlı keira Knightly filminin oldu, tam bir dönem filmiydi ve en iyi kostüm ödülünü en baştan garantilemişti. En iyi makyaj ödülü de yine tahmin edildiği üzere Benjamin Button filmine verildi.


Hugh Jackman'ın yine danslı, yine müzikal, yine harika şovu ikinci kez sahneye geldiğinde bu kez konuğu Beyonce oldu ve birlikte Singing In The Rain, Grease, Chicago, Moulin Rouge! , Dreamgirls, Evita, Mamma Mia! gibi müzikallerin şarkılarıyla harika bir gösteri gerçekleştirdiler. Zac Efron, Vanessa Hudgens, Amanda Seyfried ve Dominic Cooper gibi genç yıldızların da katılımıyla sahnedeki gösteri tam bir Broadway şovuna dönüştü. Şovun hemen ardından en iyi yardımcı erkek oyuncu adayları yine eski kazananlar tarafından takdim edildi. Kazanan, adaylar açıklandığından beri ödülü alacağına kesin gözüyle bakılan Heath Ledger oldu. Ödülü Ledger adına ailesi kabul etti ve konuşmalarında ödülü oyuncunun kızı Mathilda'ya adadıklarını söylediler. Bu ödül sırasında herkes çok duygulandı ve ekrana salondan buruk görüntüler yansıdı.











Teknik ödüllerin adaylarını Will Smith açıkladı. Görsel efekt ödülü Benjamin Button'a verilirken, en iyi ses ödülünün sahibi de The Dark Knight adlı film oldu. Ses miksajı ve kurgu ödülllerini de Slumdog Millionaire kazandı. Efsane komedyen Jerry Lewis başarı ödülünü kendisini ustamız diye takdim eden Eddie Murphy'nin elinden aldı.


En iyi film müziği ödülü Bollywood farkıyla Slumdog Millionaire'e giderken, en iyi şarkı Oscar'ını da aynı farkla Slumdog Millionaire'den "Jai Ho" adlı şarkı kazandı. En iyi şarkı kategorisinde bu yıl bu kadar az aday olması da ilginçti ve bu sakinlik Slumdog Millionaire'in daha çok Oscar'lı bir film olmasına yaradı. En iyi yabancı film ödülünde bir sürpriz oldu ve İsrail'in en büyük aday gösterildiği ödül Japonya'dan "Okuribito" (Departures) adlı filme gitti.


Geriye kalan ödüller en önemli kategorilerdi. İlki olan en iyi yönetmen ödülü, hiç bir sürprize yer bırakmadan Danny Boyle'un oldu. En iyi kadın oyuncu ödülünü vermek üzere sahneye Shirley MacLaine, Marion Cotillard, Halle Berry, Sophia Loren ve Nicole Kidman geldiler; adaylar hakkında övgü dolu yorumlar yaptılar. Sophia Loren'in Meryl Streep hakkındaki konuşması birkaç kez ara alkış alarak kesildi ve tüm salon söylenenlere coşkuyla karşılık verdi. Oscar ödülünü tabi ki Kate Winslet kucakladı. Bence oynadığı film "The Reader" da ister seçilsin ister seçilmesin geçen yılın en iyi filmiydi. Winslet teşekkür konuşmasında oldukça heyecanlıydı, Angelina Jolie ile söylendiği gibi bir problemi olmadığını da tepkilerden anlamış olduk. Ayrıca gecenin yıldızı olan Meryl Streep'e de takılmadan duramadı. "Onunla birlikte aday olmak, hepimiz için bir şans" diyerek sevgisini de göstermiş oldu.





En iyi erkek oyuncu ödülünü verecek olan yıldızlar da gerçekten büyük isimlerdi. Michael Douglas, Robert DeNiro, Adrien Brody, Anthony Hopkins ve Ben Kingsley adaylar hakkında uzunca yorumlar yaptılar ve ödül açıklandığında tüm salon ayağa kalktı. Sean Penn kazanan isimdi ve Mickey Rourke'un garanti diye bahsedilen ödülünün sahibi oldu. Canlandırdığı Harvey Milk karakteriyle aldığı ödül sonrasında eşcinsellere eşit haklar tanınması gerektiğinden bahsederken salondaki tüm yıldızların alkışla desteğini aldı.



Son olarak en iyi film ödülünün sahibi de geceden zaferle ayrılan "Slumdog Millionaire" oldu. Kalabalık bir şekilde, tüm oyuncularıyla sahneye çıkan ekibin teşekkürünün ardından tören Hugh Jackman'ın kapanış konuşmasıyla sona erdi. Her zamankinden daha kısa süren ödül töreninde zafer bu yıl İngiliz'lerin oldu. Benjamin Button filmi de sekiz ödül birden kazanan Slumdog Millionaire'in gölgesinde kalarak sadece üç ödülle törenden ayrıldı.


Sonuçta sekiz ödül Slumdog Millionaire için fazla, üç ödül de Benjamin Button için azdı. Kate Winslet uzun zamandır hak ettiği ödülünü çok iyi bir performansla elde etti, Sean Penn de beşinci adaylığında önceki ödülünden de fazla hak ettiği ikinci bir ödüle kavuşmuş oldu.




18 Şubat 2009 Çarşamba

Oscar'ı Kim Neden Alır, Kim Neden Alamaz?

Sinemanın en prestijli ödülleri sayılan Oscar'lar 22 Şubat 2009 tarihinde 81. kez sahiplerini bulacak. Ben de tören öncesinde tüm aday filmleri izledim ve favorilerimi yazmak yerine, farklı bir yorum yapmak istedim. Oscar'ı kim neden alır, kim neden alamaz? Buyrun...
"EN İYİ FİLM"
The Curious Case Of Benjamin Button
Neden alır: Görkemli bir film olduğu için alabilir. Harika hikayesi herkesi etkilediği için ve Brad Pitt'in performansıyla çok konuşulduğu için ödüle uzanabilir. Ayrıca diğer ödüllerde görmezden gelinen filme Oscar'lar söz konusu olduğunda 13 dalda adaylık verilmesi, filmin akademinin de ilgisini çektiğinin en büyük kanıtı. Ödülü "Slumdog Millionaire" almazsa kesin Benjamin'in hikayesi alır.
Neden alamaz: Film izleyicilerin geneli tarafından uzun bulundu, enfes hikayesinin uzun ve ağır işlenmesi filmin etkisini azalttı. Sinemaseverleri etkisi altına alacağı söylenen ağır ve dokunaklı havası da, Slumdog Millionaire'in dokunaklı rekabetiyle hafiflemiş oldu. Yine de hala ödüle ikinci büyük aday.





Frost/Nixon
Neden alır: Amerikan toplumunun geçmişiyle ilgili her gerçek hikaye, her biyografik film ilgi çeker, kaldı ki film hem izleyiciler hem de eleştirmenler tarafından çok iyi tepkiler aldı. Ron Howard tıpkı Clint Eastwood gibi akademinin sevdiği bir yönetmen. Oyuncuların performansı filmi olduğundan daha büyük gösteriyor. Ayrıca ödül için "politik filmler" sırası gelmiş olabilir...
Neden alamaz: Frost/Nixon oyunculara dayalı bir film, tıpkı bir söz düellosu. Yönetmenin yeteneği ve zekasının bu film için gerekliliği de tartışmaya açık. Bir yapımın en iyi film ödülü alabilmesi için belgesel nitelik ve inandırıcılık hiç bir zaman yeterli olmamıştır. Şansı pek yok.




Milk
Neden alır: Sean Penn ve diğer oyuncuların sergilediği oyunculuklar gerçekten görmeye değer. Film gerçek bir hikayeyi anlatıyor ve yine biyografik olma özelliğini taşıyor. Gus Van Sant "Good Will Hunting"den beri akademinin ilgilenmediği büyük bir yönetmen.Bu film için yönetmenin en iyi filmi diyenler bile var. Kadrosu ve konusuyla çok popüler olup izleyici tarafından tartışılması da avantaj.
Neden alamaz: "Brokeback Mountain" gibi içeriği nedeniyle ödüllendirilmemiş bir film varken, Milk'in benzer içeriği ile çok sevilen Harvey Milk efsanesine rağmen ödülü alması zor görünüyor. Başlıbaşına bir karakter üzerine işlenmiş bir filmin en iyi film seçilme şansı düşük, eğer ki o kişi Gandhi değilse...




The Reader
Neden alır: Çok tartışılıp, çok konuşulan Bernhard Schlink'in romanından uyarlanan filmin yönetmeni daha önce "Billy Elliot" ve "The Hours" adlı filmleriyle akademinin adaylık verdiği ve dikkatle izlediği Stephen Daldry. David Kross ve Kate Winslet'in çarpıcı oyunculukları ve sürprizleri ile izleyiciyi şaşırtan bir film "The Reader". Hem izleyenlerden büyük övgü aldı, hem de konusu nedeniyle eleştirmenleri ikiye böldü. Kolay izlenmeyecek ve kolay unutulmayacak bir hikaye.
Neden alamaz: Filmin ana karakterinin izleyiciye yakınlığı sayesinde Nazi propagandası yapıldığı tartışması çok alevlendi. Bu yüzden de filmin ideolojisiz sadece insan odaklı yanı ne kadar dokunaklı olsa da gölgede kaldı. Rakipleriyle yarışacak kadar büyük avantajları olup olmadığı tartışılır.


Slumdog Millionaire
Neden alır: Eleştirmenlerin ve izleyicilerin oy birliğiyle en sevdikleri film olması baştan bir sempati yaratıyor. Diğer tüm önemli ödülleri kazanmış olması zafere yakınlığının belgesi. Çok sevilen bir yönetmen olmasına rağmen Danny Boyle'un ilk adaylığı ve bu ilk adaylıkta filmi herkesin sevgisini ve ilgisini kazanmış oldu. Hikayesi de, yönetimi de, oyuncuları da herşeyi kusursuz. Ödülün en büyük adayı.
Neden alamaz: Akademi Benjamin Button'ın epik hikayesine kendisini daha yakın hissederse ya da David Fincher'a ilk kez adaylık vermiş olduğundan haklı bir utanç duyarsa, Slumdog Millionaire ödülü en büyük rakibine kaptırabilir. Diğer tüm ihtimallerde ise şimdiden ödülün sahibidir.





"EN İYİ KADIN OYUNCU"


Anne Hathaway (Rachel Getting Married)
Neden alır: Çok fazla şansı olmamasına rağmen, filmografisine genel olarak bakıldığında bu filmdeki oyunu gerçekten en iyi performansı. Ayrıca Keira Knightley "Pride&Prejudice" filmiyle bile aday olduysa geçmişte bu kategoride, Anne Hathaway bu oyunuyla neden olmasın demek de mümkün.
Neden alamaz: Henüz oyunculuğu ciddiye alınan biri değil, akademinin ilgisini çekecek büyük bir oyunu da olmadı şu ana kadar. Diğer dört rakibiyle yarışabilecek bir adaylık değil kendisininki ve ayrıca kariyeri değil Oscar, diğer ödüller için bile yeterince güçlü sayılmaz. Yarışı kazanması mucize.


Angelina Jolie (Changeling)
Neden alır: Film bir dönem filmi ve dönem filmine uygun fiziksel ve ruhsal yapısı oyununu da güçlü kılmış. Canlandırdığı karakterin dramı akademinin genel olarak yakın durduğu bir oyunculuk. İşin içinde Clint Eastwood faktörü de var. Yeni bir ödüle hiç yakın değil ama unutmayalım ki Hillary Swank için de aynısını söylüyorduk... Jolie de sürprizleri seven bir oyuncu... İmkansız değil ama çok zor.
Neden alamaz: "Girl Interrupted" ile kazandığı erken Oscar'ın kendisi için yeterli olduğu düşünülebilir ki yanlış da değil. Övgüyle söz edilen diğer bazı adaylar kadar oyunu öne çıkamadı. Brad Pitt'e bile bu sene zor şans veriyor bahisçiler, hal böyleyken Angelina'nın adı bile anılmıyor.





Melissa Leo (Frozen River)
Neden alır: Alırsa hakettiği için alır. Filmdeki dram yüklü ama abartısız oyunu muhteşem. Performansının filmin hikayesine ve bütününe katkısı da olağanüstü. Kate Winslet ve Meryl Streep'siz bir yarışta karşısındaki aday kim olursa olsun ödülü kesinlikle kazanırdı. Frances McDormand "Fargo" ile ödülü hakettiyse, Melissa Leo'nun kazanması da kimseyi şaşırtmamalı.
Neden alamaz: Adaylıklar açıklandığından bu yana Kate Winslet'ın ödülü kazanacağından o kadar çok bahsedildi ki, sadece Melissa Leo'nun değil Meryl Streep'in bile adı ilk kez gölgede kaldı. Ayrıca bu rol Melissa Leo'nun sinema kariyerindeki ilk dikkat çekici ve önemli rol. Ödülü alamasa da oyunu hep hatırlanacak ve kariyerine büyük katkısı olacak ki daha şimdiden önümüzdeki sene için on projede birden yer alacağı duyruldu. Başka büyük işleri beklenebilir.




Meryl Streep (Doubt)
Neden alır: Meryl Streep, Katherine Hepburn'un adaylık rekorunu bir önceki adaylığında kırmıştı. Oyunculuğu için artık fazla söze gerek yok, ama bu filmdeki performansı son yıllardaki adaylıkları arasında en görkemlisi. Kazananlar ve ikişer Oscar'a sahip olan diğer oyuncular düşünüldüğünde Meryl Streep'in iki ödülü artık yetersiz ve izleyiciler her ne kadar bu adaylıkları ödül kazanmış gibi değerlendirseler de, akademi üyeleri Meryl Streep'i bir kez daha ödüllendirmek için hemfikirler. Bir sürprizle kazanan olabilir.
Neden alamaz: Meryl Streep'in bir ödülü neden alamayacağı gibi bir şey söylemek mümkün değil, bu güne kadar neredeyse her adaylığıyla ödüle yakın olmuştur. Kazanmadıysa eğer ya bir başkası çok büyük ve karşı durulamaz bir oyun sergilemiştir ya da bir başkasının gerçekten ödül zamanı gelmiştir diyebiliriz.



Kate Winslet (The Reader)
Neden alır: Sean Penn ve Martin Scorsese gibi zamanı geldi diye her hangi bir adaylıkla değil, gerçekten en iyi adaylığıyla ödülü kazanması gerektiği için Oscar alabilir. Daha önce de muhteşem performanslar gösterdiği ve kariyerinde hep doğru adımlar attığı için akademinin takibinde olduğu bir yetenek Winslet. Her harika performansından sonra bir dahaki sefere demeye alışmış jüri, karşılaştığı bu çarpıcı oyuna hayır diyemeyebilir.
Neden alamaz: Meryl Streep'i çok seven akademi onu artık çok daha özel bir yere koymaya karar verirse, ya da Melissa Leo'nun gerçekten büyük yeteneğini parlatmak isterse Kate Winslet'a ayıp edebilir.


"EN İYİ ERKEK OYUNCU"


Sean Penn (Milk)
Neden alır: Mystic River" filmiyle bile ödül verdiysek bu filmdeki oyununa vermemiz şart derse akademi, üç favoriden biri olan Sean Penn ödülü alabilir. Ustaca canlandırdığı Harvey Milk karakterinin bile üzerine çıkabilen yeteneğiyle ikinci Oscar ödülüne hiç de uzak sayılmaz.
Neden alamaz: Sean Penn doğru yolunda giderken, aynı zamanda Mickey Rourke görkemli geri dönüşünü yapıyor, ayrıca Brad Pitt'in hala bir Oscar ödülü yok. Meryl Streep'e verirlerse aynı sebeplerden Sean Penn'in de şansı artmış demektir.




Brad Pitt (The Curious Case of Benjamin Button)
Neden alır: Filmi sırtında taşıdığı için, artık zamanı geldiği için, gerçekten yakışıklılığı bir yana yetenekli bir oyuncu olduğu için, her türlü rolde kendini ispatladığı için, daha fazla bekletmemek için ya da bunların hepsi için ödülü kazanabilir. Ayrıca alırsa kimsenin hakkını da yemeyecektir.
Neden alamaz: Akademinin çok iyi bulduğu, sonraki projelerinde de yeni adaylıklarla karşısına çıkabileceğini düşündüğü oyuncuları bekletme adeti vardır. Brad Pitt'in önceki adaylıklarını ve şimdiki gövde gösterisini yeterli bulup, bu büyük şansa yazık edebilirler.




Frank Langella (Frost/Nixon)
Neden alır: Eski Amerikan başkanı Nixon rolünde gerçekten başarılı. Televizyon dizilerinden de tanınan hatta Emmy ve Golden Globe ödüllerine de aday olup kazanamayan oyuncuyu bu rolüyle ödüllendirmenin zamanı geldiğini düşünebilirler.
Neden alamaz: Rakipleriyle karşılaştırıldığında ise ödüle en uzak isim. Görünüş ve tavır itibariyle gerçeğine uygun olma zorunluluğu, bu yüzden de kapasitesini çok kullanamadığı düşünülürse kazanan olması zor.


Richard Jenkins (The Visitor)
Neden alır: Filmin güzelliği ve Jenkins'in rolüne uygunluğu düşünüldüğünde performansı da göze daha çarpıcı görünüyor. Dengeli, mesafeli ama bir o kadar da içten karakteri canlandırırken bu kadar başarılı olması övgüye layık. Bir filmin bu derece etkili olabilmesinin en büyük nedeni oyuncusuysa ödüle yakınlığı da şans değildir.
Neden alamaz: Düşük bütçeli filmlerdeki güzel performanslar çoğu zaman diğerleri arasında kaynar. Aday gösterilse bile yanındaki isimlerin gölgesinde kalma şansı yüksektir. Jenkins'in "The Visitor" daki rolü hep hatırlanacaktır ancak ödülü kazanması pek mümkün değil.




Mickey Rourke (The Wrestler)
Neden alır: Herkesin favorisi olduğu için alır. Filmin afişlerinde de aynen yazdığı gibi Rourke'un dönüşünün böyle güçlü bir performansla olması nedeniyle alabilir. Bu harika oyuncuya bari şimdi sahip çıkalım fikriyle alabilir. Ödülü alması için o kadar çok neden var ki. Ama en çok canlandırdığı karakterin hakkını sonuna kadar vermesi nedeniyle kazanabilir.
Neden alamaz: Brad Pitt ve Sean Penn gibi yıldızların adaylıkları da çok güçlü adaylıklar. Ayrıca diğer önemli ödüllerin çoğunu kazandığı için yeterli bir övgü aldığı düşünülebilir. Bir de törenin çok öncesinden kesin gözüyle bakılan ödüller, Oscar heyecanını gölgelemesin diye sürpriz şekilde kazanılmayabiliyor, bunu da unutmamak lazım.





"EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU"


Amy Adams (Doubt): "Enchanted" filmiyle bile ödüllere aday olma becerisi gösterebilen bir oyuncu bu filmdeki rolüyle de haklı adaylığını kazandı. "Sister James" sinema kariyerinin henüz başındaki bir oyuncu için büyük şans, Amy Adams da büyük yetenek. Ancak ödüllerin en büyük çekişmesi bu kategoride, işi kolay değil...

Penelope Cruz (Vicky Cristina Barcelona): Filme dahil olduğu andan itibaren, sihirli bir el değmiş gibi hikayeyi bambaşka bir hale getiren oyunu gerçekten görmeye değer. Ödüle en yakın aday olduğu söyleniyor. Hakkıyla alır.

Viola Davis (Doubt): Bu kadar kısa bir rolde bu kadar büyük bir oyun sergileyebilmesi nedeniyle "yardımcı oyuncu" kategorisinin en şanslısı olabilir. Ödülü kazanırsa da oyunculuğun perdede ne kadar göründüğünle değil, ne kadar etkileyebildiğinle bağıntılı olduğunu ispatlayabilir.

Taraji P. Henson (The Curious Case of Benjamin Button): "Queenie" rolüyle çok konuşulduğu halde, ödüllendirilecek bir performans gösterip gösteremediği tartışma konusu. Bu kategoride ödüle en uzak aday.

Marisa Tomei (The Wrestler): "My Cousin Vinny" ile kazandığı erken Oscar ödülünden sonra iyi filmlerde oynamış ve kendini göstermiş olsa da, bu filmdeki oyunculuğu zaman zaman Mickey Rourke'dan rol çalacak kadar şahane ve diğer rollerinin çok üzerinde. Bir ödül daha alması imkansız ama adaylığı çok doğru bir karar.


"EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU"


Josh Brolin (Milk): Son dönemde oynadığı önemli filmler sayesinde adı oldukça duyuldu. Milk adlı filmde de gerçekten çok iyi. İlk Oscar adaylığı ve alması zor.

Robert Downey Jr. (Tropic Thunder): Bu filmden bir "en iyi oyuncu" adaylığı çıkması bile Robert Downey Jr.'ın ne kadar büyük bir yetenek olduğunu gösteriyor. Ama ödülü "Chaplin"le alamayan, bu filmle hiç alamaz.

Philip Seymour Hoffman (Doubt): Bugüne kadarki üç Oscar adaylığının her birinde oyunculuğu müthişti. "Capote" ile zaten zirveye çıktı. Bu kadar kısa zamanda bir ödül daha kazanması imkansız.

Heath Ledger (The Dark Knight): Daha önceden defalarca oynanmış bir karakteri yeni baştan yaratan ve unutulmaz bir performansa imza atan Heath Ledger'in kazanan isim olması ancak doğru ve haklı bir seçim olabilir.

Michael Shannon (Revolutionary Road): Filmde canlandırdığı John Givings karakterinin başarısı, hem hikayeye hem de diğer karakterlere boyut kazandırıyor. Shannon'ın "Bug" filminden sonraki en iyi performansı. Sürpriz yapabilir.

17 Şubat 2009 Salı

Zuhal Olcay'la Aşk'ın Halleri


14 Şubat Sevgililer Günü'nde Zuhal Olcay konserini izledim. Konser Sevgililer Günü özel konseri olarak duyruldu, aynı zamanda "Aşk'ın Halleri" adlı yeni albümünün de tanıtım konseriydi. Uzun zamandır dinlediğim en güzel albüm olması dolayısıyla, gecenin de özel etkisiyle çok keyif alarak izlediğim konseri ve yeni şarkıları on maddede yorumlamak istiyorum Zuhal Olcay sevenlere...


1- Konser yeni albümün açılış şarkısıyla başladı. Gürol Ağırbaş'ın harika bestesi ve sözleriyle "Derinde" adlı şarkıyı dinlerken, yeni siyah ve kısa saç stiliyle ayrıca şık siyah tuvaletiyle bizi karşılayan Zuhal Olcay göz kamaştırıcıydı.

2- Siyah/Beyaz Dinleti adlı performansında da izlerken aynı şeyi düşünmüştüm Zuhal Olcay hakkında. Gerçekten konser değil bir dinleti onun sahnesi. İnsan şarkıları onun ağzından duymak için eşlik bile etmek istemiyor bazen. Konserin ilk yarısında yine böyle oldu, sessizce ve hayran hayran sahneye baktı kalabalık. "Aşkın En Mavi Zamanı" adlı Bülent Ortaçgil şarkısıyla devam etti konser, albüm sırasına göre söylendi ilk üç parça. "Yine Aşk Var" adlı parça geldi çünkü ardından. Bu şarkı albümde en sevdiğim üçlüden biri.

3- Konseri izleyenler arasında Derya Köroğlu da vardı. Sahneden özel konuklarına atıflarda bulunan Zuhal Olcay, Bülent Ortaçgil, Selim Atakan gibi çalıştığı müzisyenlerin adını anarken, bence kendisini var eden Mehmet Teoman ve Vedat Sakman isimlerini yine anmadan geçti. Her defasında dikkat ediyorum. "Küçük Bir Öykü Bu" adlı enfes ve aynı zamanda hikaye anlattığı için eşsiz albümü bana yapsalardı, ben değil sadece konserlerimde her gün isimlerini mutlaka anardım.

4- Zuhal Olcay "Gitme Vakti" adlı şarkının, yeni albümde kendisi için en özel, en sevdiği şarkı olduğunu söyledikten sonra, sözlerini yazan Gürol Ağırbaş'a da sahneden özellikle teşekkür etti. Şarkı da büyük alkış aldı gerçekten. Bu parça da en sevdiğim üçlüden biri:)

5- Daha sonra yeni şarkılara ara verip ilk albümden üç şarkıyı kısa kısa güzel geçişlerle birbirine bağlayarak okudu Olcay. (Memnun Oldum, Özledim ve Küçük Bir Öykü Bu) Meğer ne kadar bilen ve seven varmış ilk albümü, herkes katıldı şarkılara ve salondaki pür dikkat izleyici sessizliği böylece ilk kez bozulmuş oldu.

6- "Yalnızlığım" adlı Zuhal Olcay'ı Zuhal Olcay yapan şarkıdan sonra, "İki Çift Laf" adlı ikinci albümden "Dünden Sonra Yarından Önce" adlı şarkıya geldi sıra. "Yalnızlığım"ı okumadan önce şarkı hakkında yorumlar yapan Olcay, Vedat Sakman adını yine unuttu:) Hatta bunun üzerine bir Nilüfer-Kayahan durumu olasılığı konuşuldu aramızda.

7- Muhteşem "İhanet" albümünden "Ankara'da Aşık Olmak" ve "Ayrılık da Sevdaya Dahil" adlı şarkılar okundu, yoğun izleyici mırıltısıyla. "Başucu Şarkıları" adlı albümden de "Çaresizim" , "Ölsem De Bir, Kalsam Da Bir", "Yalnızlar Rıhtımı", "Güller Ve Dudaklar" adlı şarkılar seçilmişti. Program boyunca "Oyuncu" albümünden "İyisin" adlı şarkı, "Başucu Şarkıları 2"den "Pervane", yeni albümden söylerken aynı zamanda oyunculuğunu da sergilediği "Aşk Bana Zor Geliyor" ve "Halka Açık" adlı şarkılar da unutulmadı. "Halka Açık" albümde en sevdiğim üçlüden bir diğeri:)

8- Konserin ikinci bölümü büyük bir sürprizle başladı. Siyah pantolon, beyaz gömlek, siyah bir askıyla sahneye çıkan Zuhal Olcay, yıllar önce başrolünü oynadığı "Evita" müzikalinden "Arjantin Ağlama Bana" adlı şarkıyı söyledikten sonra salonda büyük bir alkış koptu. Ve sonrasında durmadı, müzikallerden söylemeye devam etti. "Cabaret" müzikalinden de; önce Türkçe sözleriyle "Kabare"yi, ardından orijinal versiyonuyla "Mein Herr" adlı en sevdiğim müzikal şarkıyı okudu. Sonra "Lüküs Hayat"a geçti. Dans etti, oyunculuğunu ve sesini de harika kullandı, izleyen herkese konserin en coşkulu anlarında özel bir gösteri armağan etti. Bence müzikal şarkılar eşliğinde böyle bir performans gerçekleştirse kesinlikle olay olur.

9- "Güller ve Dudaklar" adlı şarkıyla kapanış yapıldı ancak Zuhal Olcay yoğun alkış sonrasında bis yaparak "Yine Aşk Var" adlı yeni parçasını bir kez daha söyledi. İki saat boyunca sahnede kaldı, sık sık su içti, hasta olmasına rağmen sesinde tek bir sorun olmadı ve kusursuz okudu tüm şarkıları. İzleyenler konser sonrasında büyülenmiş bir şekilde sevgilileriyle salondan ayrıldılar evet gerçekten de herkes konsere ilginç şekilde çift olarak gelmişti. Adı gibi Sevgililer Günü konseri oldu:)

10- Zuhal Olcay için ilk şarkı söylemeye başladığında "Türkiye'nin Edith Piaf'ı, büyük oyuncu ama sesini de mutlaka dinleyin" denmişti. Zaman geçti ve albüm yapmaya devam etti. Geldiği özel yere bakacak olursak müzikte de en az oyunculuğu kadar başarılı oldu. Hem sinema, hem tiyatro hem TV oyuncusu hem de iyi bir şarkıcı. Sadece Türkiye'de değil dünyada da o kadar az ki on parmağında on marifet sanatçılar. Yeni albümünü de herkese tavsiye ediyorum. Gerçek müzikseverler için bir fırsat bu albüm...


16 Şubat 2009 Pazartesi

"Hayran" lafı bizde yalan!


Geçtiğimiz günlerde 2008'in en çok satan albümleri açıklanmış. Bu açıklanan resmi rakamlar ve gerçekten hem şaşırtıcı hem de ayıp. Sıralama şöyle:

Ferhat Göçer/Çok Sevdim İkimizi 42 bin adet
Serdar Ortaç/Nefes 39 bin adet
Film Müziği/Issız Adam 38 bin adet
Sezen Aksu/Deniz Yıldızı 37 bin adet
Tarkan/Metamorfoz 24 bin adet

Evet bu rakamlar ülkemizde en çok satan albümlere ait. Sanatla, sanatçıyla, müzikle, sanatseverlikle dalga geçer gibi adeta. İnternette kimin profiline girseniz, kayıtsız şartsız Sezen Aksu ve Tarkan isimlerini görürsünüz. Elli bin çeşit hayran siteleri vardır, resmi sitelerinin üye sayısı rekor düzeydedir. Konserlerine bilet bulunmaz yaz aylarında. Gelgelelim Sezen Aksu gibi bir sanatçının albümünü resmi olarak satın alanların sayısı 37 bin.


Bence artık "hayran" lafını kullanırken çok dikkat etmek ve özen göstermek gerekiyor. Bu kadar "ayıp" ve "yalan" bir hayranlık gösterisini ben kabul etmiyorum. Sevdiği sanatçıyı desteklemeyen müzikseverlerin de, kendilerini cezalandırıp, birkaç gün müzik dinlemekten uzak kalmalarını istiyorum. Bir şeyin kıymetini anlamak için bu kadar çok deneye de gerek olmamalı ayrıca. Ben tüm sanatçılardan tüm dinleyenleri adına özür diliyorum. Dinleyenleri dedim çünkü "hayran" kelimesini hak eden çok az sanatsever var...

12 Şubat 2009 Perşembe

biz biliriz yırtılan naylon sevdaları...


(fotoğraf) model: umayumay / self-timer, tripod ve deklanşör: ben




bu gece bu şarkıya takıldım.........,,,,,,,,

10 Şubat 2009 Salı

Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi Hakkında...

-spoiler içerir-



Uzun zamandır elimde bir kopyası olmasına rağmen izlemeyip, bir çok nedenden dolayı sinemada seyretmek istediğim bu filmi, görmeniz için ve görmemeniz için olası beş neden sıralayarak yorumlamak istedim...


Görmeniz için olası 5 neden:

1- Filmin hikayesi, sinema tarihinin en güzel, en unutulmayacak ve en orijinal hikayelerinden biri. Bu filmi hiç sevmeyen biri bile hikayesine tek kelime edemeyecektir, eminim. Kısa bir öykünün böyle bir film haline getirilmesi fikri bile dahice.

2- Cate Blanchett filmde resmen döktürüyor. Ayrıca porselen bir bebek güzelliğinde, perdede bu görünüşüyle mutlaka izlenmeli. Büyük sinema ödüllerine bu rolüyle neden aday gösterilmediğini gerçekten çok merak ediyorum. Bir gözden kaçırmaysa çok ayıp, performansı yeterli bulunmadıysa daha da ayıp...

3- Brad Pitt ilk kez bu filmde tüm üstünlüğünü konuşturabilmiş. Oyunculuk derseniz gayet iyi, filme uygunluğu tam isabet ve gençleştiği sahnelerde görüntüsü artık haklı bir fenomen, mükemmel. Kariyerini bu kadar erken, bu kadar iyi hale getirebilmiş kaç kişi var ki, bir de aynı zamanda bu adam en yakışıklıları, daha ne yapsın. Bence ödüllere tüm adaylıkları hep isabetli.



4- Bazı filmler vardır, türünden bahsederken bir kısıtlama yapamazsınız. İzleyen herkesin mutlaka kendisi için ayırıp cebine koyduğu birşeyler olur hikayede. Güzel bir söz, bir hayat dersi, belki bir ilham, belki de bir hatıra. Kimi için aşk filmidir, kimi için dostluktur aynı film, bir başkasına sorsanız yalnızlıktır anlamı. Bu film de öyle, ne hissederseniz izlerken o. Görkemli denen filmlerden.

5- Filmi izlemek için en güzel neden ise, izlendikten sonra üzerinde tartışılacak ve hatta sanki konuşarak bile bitmeyecek kadar çok şey ortaya atması. Mutlaka ayrıntıları düşünüyor ve birileriyle konuşma ihtiyacı hissediyorsunuz. Sonrasında bıraktığı etki, filmin kendisinden çok daha büyük. Dahası fantastik konusu izlerken gerçekten çok sahici kılınmış.


Görmemeniz için olası 5 neden:


1- Film gerçekten çok uzun, hele ki kısacık bir hikayeden uyarlandığı düşünülürse çok daha uzun. 166 dakikalık süre rahatlıkla 120 dakikaya çekilebilir durumda. Filmin duygusal atmosferini ve geçişlerini bozacak kadar uzun planlar var ve izlerken konsantrasyonu bozmamak özel bir dikkat gerektiriyor.

2- Harika kariyeri ve herkesin sevdiği filmleri bir yana, Panic Room ve Zodiac'ına bile bayıldığım David Fincher ilk kez yetersiz. Kendine göre anlatmak, fazla duygu sömürüsü yapmamak istemişse tam da buna ters düşecek klişeleri çokça kullanmaktan kaçmamış; eğer ki klişeleri kullanırken kendi imajını da korumayı düşünmüşse izleyiciyi sarsacak duygusallık filmde az kalmış. İzlerken bu film James Cameron elinden geçse ne olurdu diye düşünmedim değil yani.

3- Filmde yine yönetmenden kaynaklandığını düşündüğüm hatalar var. Julia Ormond'ı perdede yeniden görmek güzel ancak kadının neden annesi hakkında bilgi sahibi olmadığı, dünyaca ünlü balelerde dans ettiği ve tanındığı halde bundan nasıl haberi olmadığı havada kalmış. Zaten anne kızın ilişkisi de filmin konusu adına çok önemliyken, hiçbir ayrıntıya değinilmemiş olması şaşırtıcı.


4- Oscar ve diğer tüm ödüllerde en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında aday olan Taraji P. Henson neden bu kadar ilgi gördü ona da şaşırdım. Queenie rolü gerçekten sevimli ve sıcak bir rol, ama aynı zamanda hiç bir özel performans gerektirmeyen de bir rol. Hustle&Flow'da bile daha ilginçti Henson'ın oyunu. Aynı dalda aday olan Viola Davis'in "Doubt" filminde iki dakikalık rolündeki çarpıcı etkisini düşününce bunu çok anlamlandıramadım ben.

5- Bir de bu kadar özgün bir senaryo, sağlam hikaye, benzersiz fırsat kendi özgünlüğünü yaratmalıydı. Forrest Gump'la neredeyse gönderme yapacak kadar benzerliklere düşmesi, tarihe tanıklık eden hikayede tarihin özel olaylarının bu kadar altının çizilmesi gereksizdi. Sanırım David Fincher bu filme özel bir dil bulamamış, en büyük çıkarımım bu. Bulabilseymiş bu film şimdiye kadar izlediğim en iyi on filmden biri ya da izlediğim en güzel aşk filmlerinden biri de olabilirmiş.


Not: Kendi adıma filmin en önemli iki sahnesinin görüntüleriyle yorumumu tamamlıyorum. İzledikten sonra arkadaşlarımla en çok bu sahneler hakkında konuşup, tartıştık...




9 Şubat 2009 Pazartesi

Jennifer Hudson Grammy Kazandı



51. Geleneksel Grammy Ödülleri sahiplerini buldu. Amerika'nın en büyük müzik ödülleri sayılan Grammy'ler dağıtılırken, daha önce blogumda yazdığım Jennifer Hudson yorumum aklıma geldi. Eğer Grammy de kazanırsa, hem Altın Küre, hem Oscar, hem de Grammy kazanmış çok az sayıdaki özel insanlardan biri olacağını söylemiştim. Evet, bu geceki törende Whitney Houston'ın elinden en iyi R&B albüm ödülünü aldı Jennifer Hudson ve sinemada da, müzikte de ne kadar büyük bir yetenek olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu. Spotlight adlı şarkı bence de geçtiğimiz yılın en iyi R&B parçasıydı. Bravo!