17 Ağustos 2009 Pazartesi

"Şarkılar Kavga Etmez" dedi Leman Sam...


yer: Kuruçeşme Arena
saat: 21:00

Yerimize oturmuşuz, ışıklar sönmüş, "hey yıllar yenilmedim size, benim için bahar aynı..." diye şarkı söylüyor dev kolonlar; eşliğinde dev ekranlarda eski fotoğraflar ve video kayıtları dönüyor sırayla...

- "her şey çok mu hüzünlü, bana mı öyle geliyor?" diye soruyorum arkadaşıma...
- "bilmem, daha başlamadı ki" diye cevap veriyor...

*

Oysa konser başlamadan önce Leman Sam'a saygı duruşu bir kalabalığı görmek ve kızlarıyla sahne alacak sanatçının fotoğraf albümüne "yakından" bakmak beni duygulandırmıştı bile... Gerçekten bu geceyi de tıklım tıklım dolduracak mı dinleyici diye düşünmüştüm yoldayken, gerçek müzikseverin gerçek sanatçılara desteğine ve sahip çıkmasına bir kez daha şahit olacak mıyız demiştim kendi kendime... Öyle güzel bir dinleyici vardı ki, ilerleyen saatlerde bunu Leman Sam da dile getirecekti tüm asaletiyle...

Kızları Şehnaz ve Şevval ile sahneye sessiz sedasız çıktı Leman Sam, alkışlarla başladılar ilk şarkıya... "Üç Kız Bir Ana" adlı Ruhi Su türküsünü okudular birlikte, "İki Kız Bir Ana" diye değiştirerek hem de... Sonrasında "İlla" geldi... "Nasıl büyük bir şarkı " dedim dinlerken, kızların vokali de enfesti... Ardından Şehnaz Sam'ın "Aşka Düşer" adlı ilk albümünden şarkılar dinledik, sonra türküler, Azeri dansçı eşliğinde hepsini bildiğimiz Azeri şarkılar, Leman Sam klasikleri -Rüzgar, Kıyamam Sana, Anladım ki, Gönül- , suyun öte yanından diyerek yarısı Rumca, yarısı Türkçe "Olmasa Mektubun", "Telli Telli"...
Tam o sırada "şarkılar kavga etmez" dedi Leman Sam, birçok dilde şarkı söyleyen birinin bu lafı da muhakkak bir yerlere gitti...

Kızların çocukluk anılarını, çocukken yaptıkları şarkıları da dinledik Şevval Sam'ın kahkahaları arasında. Bir ara öyle çok konuştu ki, kendi de yoruldu ve Karadeniz türkülerini söylemeye başladı hemen sonra... Sıra alaturka bölümüne geldiğinde seyirci hep bir ağızdan eşlik etmeye başladı yeniden ve birçoğu efkarlandı yine...

Bu arada "Çağrı" albümünden "Sana Bele N'oldu Yar" şarkısını ve şarkının sonundaki şiiri bir okudu ki Leman Sam, benim için konserin en müthiş anıydı, gözyaşları eşliğinde...



Bir evin içinden üç kadın, ve üçü de yıllar sonra aynı işi yaparak, aynı sahnede... Konserin duygusal halini ve özelliğini anlatmak için yeterli sanırım... "Yıllardır bana ve şarkılarıma sahip çıktınız, beni hiç unutmadınız" diyerek dinleyicisinin vefasına teşekkür eden Leman Sam'a cevap olarak insan içinden tek bir cümle geçiriyor:
"Hep böyle güzel kalsın, hep şarkı söylesin..." diyor...


*
-"ne güzel bir konserdi, değil mi?" diye soruyorum arkadaşıma eve dönerken,
-"ama daha bitmedi ki..." diye cevap veriyor...


13 Ağustos 2009 Perşembe

Uğur Yücel Ve "Gurur"


Daha önce "Paris, je t'aime" adıyla "Paris" hikayelerini izlediğim ilginç sinema projesi, şimdi de "New York, I Love You" adı altında New York'tan aşk hikayeleri anlatmak için geri geliyor. Farklı ülke ve kültürden yönetmenlerin konuyla ilgili kısa filmlerini peşpeşe izlemek sinemaseverler için gerçekten güzel bir deneyim. Bu kez yönetmen kadrosunda Yvan Attal, Allen Hughes, Shunji Iwai, Wen Jiang, Shekhar Kapur, Joshua Marston, Mira Nair, Natalie Portman, Brett Ratner, Randall Balsmeyer gibi önemli isimlerle birlikte Fatih Akın da var.


Filmin fragmanını izlediğimde Uğur Yücel'i gördüğüm sahneyi ve o sahnenin üzerimdeki etkisini paylaşmak için yazdım bu yorumu... "Uğur Yücel" adının, fragmanın sonunda uluslararası arenada hangi oyuncularla birlikte anıldığını izlemeniz için... Fatih Akın ve Uğur Yücel'le bir kez daha gurur duymanız için yazdım sadece...


"New York, I Love You" Fragmanı:


5 Ağustos 2009 Çarşamba

Hanif Kureishi ve Mira Nair...



Hanif Kureishi:

Uzun yıllardır yazılarının ve senaryolarının hayranı olduğum Pakistan asıllı İngiliz yazar Hanif Kureishi ismini hatırlamayanlar varsa eğer, 1985 yapımı "Benim Güzel Çamaşırhanem" adlı Stephen Frears filminin yazarı olduğuyla başlayabilirim söze. Bu senaryosuyla Oscar adayı olduğunu, daha sonra "London Kills Me" adlı hikayesini aynı zamanda yönetmen koltuğuna da oturarak çok farklı bir film haline getirdiğini, 2003 yapımı "The Mother" filminin, filmden çok konuşulan hikayesini yazdığını da ekleyebilirim... Yazılı basında yayımlanan kısa hikayelerini bile takip etmeye çalıştığım yazarın "Yakınlık" adlı kitabını okumamıştım sadece. Orijinal adı "Intimacy" olan kitabın da filme çekildiğini, hatta 2001'de Berlin Film Festivali'nde büyük ödülün sahibi olduğunu duymuştum. Nihayet bu kitabı da okuyarak, sevdiğim bir yazarın daha tüm eserlerini okuyup "hayranlık" kelimesinin altını doldurmuş oldum.


Kitap bir yazarın, eşini ve iki çocuğunu; eşinden daha genç bir kadın uğruna terk etmeden önceki son gecesinde düşündüklerini ve hatıladıklarını anlatıyor. Bazı kitaplar vardır hani, konu ilgilendiğiniz bir konu değildir, yazar bildiğiniz bir yazar değildir ve tereddütle başlarsınız okumaya. Sonra birden kitabın konusu uçar gider ve yazarın kalemine ve anlatısına kapılırsınız. Bu kitap da aynen böyle. Ben yazdığı konuları da hep cesur bulduğum ve sevdiğim halde, bu kitapta Kureishi'nin kalemine kapılıp gittim. Bu kadar mı iyi yazılır, bir hikaye bu kadar mı iyi anlatılır diyerek bitirdim okumayı...
Hemen tavsiye etmek istedim okuyan dostlara...


Kitaptan Sevdiğim Bir Paragraf: Asif'in mutluluğu beni kapsamıyor. Bir süre sonra birbirimize en fazla gülümseyebiliyoruz o kadar. Onunla Victor'la aramdaki gibi bir iletişim kuramıyorum. Beni çeken mutsuzluk, yaralar. Ancak o zaman karşımdakini anlayabilir ve faydalı olabilirim. Genel bir depresyon ve hafif kasvet ortamında kendimi evimde hissederim. Mutsuzluğu severseniz asla arkadaşsız kalmazsınız...



Mira Nair:

Kitabı bir günde bitirdim ve ardından ne tesadüftür ki yine tüm filmlerini izlediğim halde sadece tek bir filmini görmediğim bir yönetmenin büyüsüne kapılıp gittim... En sevdiğim filmler listemde hep özel bir yeri olan "Monsoon Wedding-Muson Düğünü"nün Hintli kadın yönetmeni Mira Nair'den bahsediyorum...
Sinemaya genel olarak bakıldığında yönetmenlik erkek işi gibi görünür, kadın yönetmenlerin filmleri sadece kadın duyarlılığını yansıtan, misyonu sadece kadın olan filmlermiş gibi düşünülür, önyargı hakimdir. Gerçekten böyle düşünenler varsa hemen Mira Nair ile tanışmasını tavsiye ederim. Kendi kültürüne sadık kalarak evrensel filmler çeken, evrensel duyguları bir kadın gözünden çok bir sinemacı gözüyle değerlendiren bir yönetmen Nair. "The Namesake" bunun en güzel kanıtı.



Hindistan'dan Amerika'ya göçen bir aile, modern dünya ile kültür çatışması, aile kurumunun farklı kültürlerdeki yeri, ilişkiler ve bağlar... Tüm bu konular filmde ailenin erkek çocuğu ve onun "adının" hikayesi üzerinden işleniyor... Filmin adı da buradan geliyor zaten... Nitin Sawhney imzalı müzikler ise muhteşem... Eğer tanışma fırsatınız olmadıysa Mira Nair ile, başlamak için iyi bir neden bu film...